21 Ekim 2013 Pazartesi

Siminya ile...tatlı sert!

Karşı karşıya olsak döverdim ben bu Siminya'yı. :) Karşı karşıya olsak, öperdim ben bu Siminya'yı...
Şaka değil. Öyle...bi uçtan öteki uca sürüklüyor insanı.
Bi an geliyor, alkış tutmak, iki elinizle kafasını tutup alnının ortasından öpmek istiyorsunuz. Bi an geliyor, ölümcül vuruş nasıl yapılıyor acaba?Bunun sesi en kolay nasıl kısılır ki?diyorsunuz.
Şaşırtıyor insanı. Tuhaf...bazen sakinleştiriyor...kulak memesi kıvamına getiriyor, sonra yeniden kışkırtıyor.
Şu ana kadar Siminya kimliğiyle, ilk kitabı Kız Kısmı'nın editörü dahil olmak üzere, hiç bi okuyucusu yüzünü görmedi. Üstelik ikinci hatta üçüncü kitabı yolda ve biz bu yolculuğun neresinde onun cismini görmeye müşerref olucaz o da belli değil. Ha önemli mi? Ben merak ediyorum valla. Hele bu söyleşiden sonra...saçları uzun mu mesela, ele gelir mi? :) Bu şaka tabi. Evet dili çok sivri, evet  ukala  hatta bence biraz  hoyrat :) Ama şöyle bi şey var ki; ben acayip severim insanın sinir uçlarına böyle dokunabilen kalemleri...İşte Siminya onlardan biri. İyi ki...!

Siminya kimdir? Ve neden adı Siminya? Tamamen düşünmeden o anlık uydurulmuş bir isim mi yoksa bu adı seçmenizin özel bir nedeni var mı?

-Ankara Mamak’lıyım. Akrep burcuyum. Bir yıldır ailemden uzaktayım. Şikayetim yok. Yalnızlık yaşam biçimim. Sadece ara sıra annemi özlüyorum. Bir mağazada satış elemanlığı yapıyorum. Siminya simin kelimesinden ürettiğimi sandığım bir isimdi ama sanırım zaten varmış. Lubun sözlükte penis anlamına geldiğini söylüyorlar. Demek ki bilinçaltımda penislerle olan sorunlar bu nicki alırken gün yüzüne çıkmış. Çocukluğuma inmek isteyen buyursun insin. Bir de Afrika’da kullanılıyor siminya. Neyse ki orada penis anlamına gelmiyor. O zaman iyice hapı yutardık işte. Düşünsene…

Yazılarınızın geçmişine uzanınca 2008 yılına kadar gidiyoruz. Bu tarafa doğru gelirken, geçen yıl çıkan kitabınız çıkıyor karşımıza. O güne dönüp baktığınızda aldığınız mesafeyi düşünerek “attığım taşlar ürküttüğüm kuşlara değdi” diyebiliyor musunuz? Yoksa umurunuzda bile değil mi?

-Umurumda değil ne biçim bir yalan olur öyle be. Sanki her yıl 4 kitap çıkarıyormuşçasına bir coolluklar, artizlikler. Elbette umurumda. İlk defa ve beklemediğim bir anda yaşadım bunu. Çok heyecanlıydı. Entel kuntel birileri yazılarım için güzel laflar ediyor, hayran olduğum insanlar beni telefonla arıyordu vs. Mahcup kere mahcup günlerdi. Ama ben ufaktan beri “kız başınla sen ne anlarsın” diye özgüvensiz yetiştirildiğim için olacak öyle yaptıklarıyla gurur duyan, sonuçlarından memnun olan biri hiç olamadım. Hep bir tamam değillik, aman bu sefer de olmadılık duygusu hakim bana. O yüzden kendim için bu şekil kuşlu muşlu övünçlü sözler sarf etmek yerine yerden yere vururum daha çok. Ayrıca bismillah hele dur noluyoruz?

İnanılmaz sivri bi diliniz var ve sıfır sansür. Argo da var küfür de ve tüm cinsel uzuvlarımızı tek harfe karartma yapmadan çok rahat bi şekilde  kullanıyorsunuz. Ne bu, cesaret mi? Kelimelerin ve dilin kendi haline saygı mı? Yoksa tamamen sizin şuursuzluğunuz mu?

-Kaç tane cinsel uzvumuz var ki allasen? 4 tane şeyimiz türlü türlü sansürümüz var.  Sansür diye bir şey olmasa bunlar o kadar da gözü tırmalamaz, yazanlar da değişik bir şey yapıyo sanılıp bu kadar şişirilmezdi. Eşşeğin aklına karpuzu yasakçılar düşürdü. Günlük hayatta sokakta, evde, işte ağzımız maşallah kubur ama yazarken, çızarken prenses. Olmaaz. Gerçekçilikten uzak. Yine de kendime epey otosansür uyguluyorum.  Küfürün ve argonun fazlası edebiyatı, sinemayı, mizahı ucuzlaştırıyor.  Çok komik izle dedikleri bir videonun komik denen kısımları koyduk mu, koyak mı dan ibaret. Amk yazdı, çük yazdı diye “oooo kız çok samimi çok komik” denilen günler geride kalsın artık. Ben ileride okuduğumda bugünlerime dair iyi bir şeyler hissettirecek hikayeler yazmak istiyorum. Argo olsun küfür olsun ama tokmaktan başka anlattığı bir şeyler de olsun.

4 te hiç fena rakam değil aslında :) yüz yüze olsak bunu hemen düzeltirdim. 4 cinsel uzvumuzun dördünü de diye, neyse  :)

Peki kimliğiniz açık olsa gene bu kadar cesur yazabilir miydiniz?

-Yazamazdım. Yazılarıma yansıttığımın onda birini bile kabul ettiremiyorum çevreme. Dilin çok uzadı diyorlar hemen. Milliyetçi/muhafazakar insanlarla yaşıyorum. Geleneklerine bağlı, aile birliğine “sözde” saygılı kişiler. Ben aileye inanmıyorum, kutsalım yok. Şiddetin her türlüsüne karşı değilim. Azınlıkların ve ötekileştirilmişlerin yanındayım. Feministim. Cinsiyet rollerine karşıyım. Çocuğumu cinsiyetsiz yetiştirmeyi düşünüyorum falan filan. Anladınız siz onu. Bunları gel de gelinlikle çıktın kefenle dönersin üzerinde inşa edilmiş, ataerkil bir yapıya anlat. Anında alırlar kelleni. Almazlar da diyelim ki aldılar? Ya öyle işte.

Benim yazdıklarınızdaki kişisel gözlemim ilk bakışta anlaşılmayan, ama okudukça derinleşen inanılmaz entelektüel bir birikim var altında. Sizin kendi deyiminizle söyleyecek olursak da “bal gibi de entelsiniz!” Yaşınızı da hesap edecek olursak, bunları nerede biriktirdiniz sahiden? Çocukluğunuzdan beri çok okur muydunuz yoksa daha çok blog yazmaya başladıktan sonra mı gelişen bi süreç?

-Yine geldik mi entellik meselesine. Bana sürekli entel diyen birileri var ve ben de başta anlattığım olmamışlık duygusuyla haldır haldır öyle olmadığımı ispatlamaya çalışıyorum. Resmen inatlaşma. Düşündüm de buna gerek yok. Entel buluyorsanız entelimdir o zaman napiyim. Blog tutmakla gelişen bir şeyler de var ama esas çocukluk dönemi esas. Hep aynı örneği veriyorum. Kasaptan gelen etin sarılı olduğu kanlı gazeteyi yıkayıp, kurutup okurdum. Hangi yıla ait olduğu, ne anlattığı önemsizdi. Kardeşlerimin okul kitaplarını roman okur gibi okur, testlerini çözer onların yerine kompozisyon yarışmalarına katılırdım. Çok küçük yaşlarda yazdığım epeyce uzun öykülerim var. Bir açlık vardı ve bunun sebebi okuldan zamansız alınmamdı. Demek ki koyursalarmış beni şimdi kim bilir nerenin kaymakamıydım… Hesabı sorulacak.


Bi de maşallah her tarakta beziniz var. Tabi yazı çerçevesinde söylüyorum bunu. Siyasi yazılar da yazıyorsunuz ve hiç yabana atılmayacak cinsten. En son aklıma gelen “Duyarlı olmayı sizden öğrenecek değiliz” dediğiniz yazı. Ağzımın salyaları akarak okumuştum. Peki günlük hayatınızın ne kadar içinde? Bunların hiç biri tek başına ölçüt değil ama; merak ediyorum. Mesela 1 Mayıs eylemlerine gider misiniz? Gezi protestolarına katıldınız mı?

-Ooo laf sokar gibi soru. Bayılırım gerilimli söyleşilere. Yakın zamana dek siyasetle pek alakam yoktu. Apolitik olmayı da çok yargılamıyorum. Hayatın keşmekeşi içinde çırpınan, borçlarla, faturalarla, hastalıklarla cebelleşen sıradan bir vatandaşın siyasetçileri tanımamasını, siyasetle ilgilenmemesini çok iyi anlıyorum. Normal olan buymuş gibi geliyor. Biraz da erkek işi gibi gösterildi bize siyaset. Evde tv izleyip Bülent Ecevit’e öfkelenen baba figürüne karşılık, hamurun tutmayan kıvamına öfkelenen bir anne figürü. Hamurla siyaset yan yana verilmedi hiç.  Fakat rollerden bağımsız kalabilmişsen büyüdükçe ters giden bir şeyler olduğunu fark ediyor,  tamamen seni ilgilendiren konulara ne alakaysa siyasetçilerin mütemadiyen burun soktuğunu görüyorsun. Yav diyorsun, tövbe tövbe diyorsun. Söylediğin bir şeyler iki şeylere karışıyor, itirazlar protestolarla birleşiyor ve sen farkında olmadan politik bir bireye dönüşüyorsun. Bu kadar hızlı ve doğal.  İtiraz ettiğin konu da ilk etapta seni kaale alacak birileri olsa iş bu boyuta gelmez de dinleyen ve önemseyen neredeyse hiç olmuyor. Şikayetlerimizi sandıkta söylememiz gerektiğini söyleyip gidiyorlar. Sandık bilmem kaç yılda bir içine oy atıp eve dönülen bir araç. Günü birlik oluşan itirazlarımızı anlatıp, karşılık alabileceğimiz bir makam değil ki. Olmadığı için, dinlenmediğimiz, sandığı bekleyin diye savsaklandığımız için de bizi duyabilecekleri yerlere sokaklara çıkıyor, bundan gayrı da yol bilmiyoruz. Bilen varsa söylesin.

Bi de hazır seçimler yaklaşırken oy kullanıyor musunuz diye sormak istiyorum. Kullanıyorsanız oyunuzu kime vereceğinizi duymamız mümkün mü?

Oy kullanıyorum. Bir defa MHP ye oy verdim çünkü belediye başkanı beni seven benim de sevdiğim yakın akrabamdı. Hatır gönül işiydi. Milli birlik ve beraberliğe ihtiyacımız vardı. Son seçimlerde ise kime oy vereceğimi gerçekten bilmiyorum ama MHP ye oy vermeyeceğim kesin.

Peki hayatınızı nasıl kazanıyorsunuz? Çünkü yanılıyorsam düzeltin; anladığım kadarıyla blogtan ticari bi beklentiniz yok ve ordan bi para da kazanmıyosunuz…

Yeri geldi söyleyeyim ben internetten hiç para kazanmadım. Viralmiş, sponsormuş, reklammış bu konularda tavrım başından beri aynı . Benden uzak kime yakın oluyorsa olsunlar. Çok fazla sen bana, ben sana ilişkisi var bu işlerde ve ben kimseye parası ve ürünü için cevaz verecek, ihihih <3 yapacak bir yapıya sahip değilim. Aksiyim, agresifim, tahammülüm sıfıra yakın. Başta dediğim gibi satış elemanıyım yani tezgahtarım. Asgari ücretle, sigortasız çalışıyorum (bittin sen patron) Minibüsle işe gidip geliyorum. Öğle yemeğim ve yol param da kendime ait. Sıçmık gibi bir iş anlayacağınız. Ama bir yıldır hayatım boyunca hissetmediğim kadar iyi hissediyorum kendimi. Bir hastalığım vardı nefes alıp verme zorluğu, işe başladım başlayalı esamesi kalmadı. Galiba psikolojikmiş. İnşallah öyledir.



Kitabınız Kıs Kısmı’nı ilk basılı olarak elinize aldığınızda ne hissetmiştiniz? Duygusal mısınız? Mesela gözleriniz ıslandı mı?

-Duygusalım fakat ağlamadım, gözlerim de ıslanmadı. Çok büyütecek bir şey değil, dünyayı feth etmedim. Herkes kitap yazıyor. İş mi bu? HİÇ!  Şey hissettim. Neden? Yani neden basıldı bu? Doğru bir şey mi yaptım yanlış bir şey mi? Olumsuzlukları göğüslemeye değecek kadar önemli mi şimdi bu zımbırtı? Sordum bunları evet. Değer vermediğimden de değil ne hissedeceğimi çözemediğimden. Kafası karışık, duyguları değişken biriyim ben. Gittikçe daha değer vereceğimi, hatta çok yıllar sonra yeniden elime aldığımda ağlayabileceğimi tahmin ediyorum.

Yenisi gelicek mi peki? Tarih yakın mı? Ve artık blogta çok sık yazmadığınıza göre blogtan derleme bi kitap olmuycak diye tahmin ediyorum. Bu kez ne anlatacaksınız bize?

-Gelecek, hatta  2 kitap olabilir.  Biri bitti ikincisini yazıyorum. Birinin Mayıs gibi çıkmasını umuyorum. Orta Dünya’dan Yozgat’a gelmiş Gorgorot adlı bir cücenin testi kebabı lokantası açmasıyla gelişen olay…Tamam ya şaka tamam. Yine kendi üslubumda bir şeyler yazdım/yazıyorum. Şimdi onu şeyapmayalım.

Çok hayal kurar mısınız? Başınızı yastığa koyduğunuz zaman ille de olsun istediğiniz bi şey var mı? Varsa o ne?

- Yastığa hacet yok, direk yürürken bile kuruluyo o. Eskiden daha çok kuruyordum. Birkaç yıl öncesine kadar kafama kovayla su döküp hayal aleminden çıkarıyorlardı. Orada ülkeler geziyordum, hiç konuşmayan arkadaşlarım vardı,  çırılçıplak kumsallarda dolaşıyordum,  sürekli cinayet işliyor öldürdüklerimi yiyo…geçelim, o kadar detaya girmeye gerek yok. Şimdi hayatın yoğunluğundan rüya bile göremiyorum. Belki böyle daha iyidir. Uzaklaşmak en büyük hayalim. Tanışıksız yerlere gitmeye ihtiyacım var. Güney Amerika’da bir yerler olabilir. Peru olur, Brezilya olur. Son gözdem ise Finlandiya.

Kısa Kısa:

En son neye çok öfkelendiniz?

-Çamaşır makinam bozuldu tamirci çağırdım söktü, yapamadı servise gidecek dedi eski haline getirmeden bırakıp gitti. O kadar öfkelendim ki anlatamam. Sonra inanmayacaksınız ama ben yaptım. Artık ne kadar öfkelendiysem tamirciye dönüştüm. İçine bir şey kaçmış el feneriyle onu buldum ve tellerle çıkardım. Ama arkasını kapatamadım. Hala duruyor. Hala öfkeliyim. Seni bulacağım tamirci Rüstem!!!

 En son ne zaman ayaklarınız yerden kesilecek kadar bi şeye sevindiniz ve neydi o?

-Bu yaz Gemlik dağlarında yaşadım bir süre. O zaman çok özgür hissettim kendimi. Kimse yoktu, telefonum, televizyonum yoktu. Ağaçlarla konuştum, domuzlarla savaştım, çiğ et yedim. İlkel zamanlarıma döndüm. Şahaneydi. Yalnızlık ne güzel.

En son ne zaman aşk acısı çektiniz?

Geçen yıl. Hala çekiyorum az az. Daha zamanı var. Çok sevmişim ben be. Bu kadar tahmin etmiyordum. Onunla kurduğumuz hayallere ağladığım kadar hiçbir şeye ağlamadım. Tam kafama göre bir adamdı. Ama işte olmadı neden olmadı ben de artık netleştiremiyorum. Saçma sapan bitti. Bu konuda söyleyeceklerim bu kadar.


Okuduğunuz bi kitapta en son hangi cümlenin altını çizdiğinizi hatırlıyor olabilir misiniz?

Şu an aklıma Aylak Adam’dan  “Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz” geldi.

 Seyahat etmeyi sever misiniz? En çok görmek istediğiniz yer neresi?

-Dünya

MESELA...

Yüzünüzü bile görmediğimiz için akıl yürütmek bile çok kolay değil. Mesela süslü müsünüzdür? Makyaj yapmayı sever misiniz?

-Çok süslü değilim. Az süslüyüm. Giyim kuşama para harcamaktan hoşlanmıyorum. Kendim de sattığım için bu işlerde epey bir kazık döndüğüne şahit oldum. Şimdi hangi mağazaya girsem kazıklandığım hissine kapılıyorum. Yine de kendime bakarım, temiz giyinirim. Çorap, çamaşır ve ayakkabı konusunda özenliyim. Sutyen kolleksiyonum var. Makyaj olarak yüzüme allık, pudra gibi tozlar püsürler sürmem, cildime yazık. Genelde sadece göz makyajı yapıyorum. Dudaklarım kalın olduğu için ruj sürünce şuh olduğumu, o halde sokaklarda “al beni al beni erkekim” der gibi gezindiğimi sanıyorum. Bu nedenle az kullanıyorum.

Mesela spor yapıyor musunuz? Plates milates ayaklarınız var mı?

-Yaparım. Günlük bir saat az tempolu yürüyüş yapıyorum. Evde de yer jimnastiği falan var kafama göre şekiller, kıvırmalar. Çocukluğumdan beri böyle debelenirim yerlerde. Pilates milates bilmem ben. Eski köye getirdiğiniz yeni adetlerden bıktım ha :s

Mesela duş alırken şarkı mırıldanmak gibi bu huyunuz var mı? Varsa ilk aklınıza gelen?

-Bu sorular nereye doğru gitmekte? Az kaldı ki burnunuzdan tatak çıkarıp yuvarlar mısınız, duş başlığıyla erotik anılarınız oldu mu? soruları geldi gelecek. Allah sonumuzu hayretsin. Duşta şarkı söylemem ben ya. Kulağım iyi değil benim. Sevdiğim şarkılar aklımda kalmıyor. Kalanlar da mağazalarda, sokaklarda çalan zorla ezberimize yerleşen leş pop şarkıları. Ben entelim söylesem söylesem opera söylerim. Onları da ezberleyemiyorum.

Valla aklıma gelmedi, güzel sorularmış, gelse onları da sorardım :)

Mesela, türk kahvesi sever misiniz? Nasıl olsun?

-Onu da sevmem. Merhaba ben şirinler köyünden öfkeli. Başkası yapınca içerim de kendim yapıp kendim içmekten zevk almam. Genel olarak kahvenin hiçbir türüyle aram yok. Ben çaycıyım. Demlik demlik çaycı. Bardak bardak çaycı.

http://siminya.blogspot.com/

8 yorum:

  1. ben siminya'nın bir kadın olduğunu düşünmüyorum.
    bence kadın kılığına girerek daha çok dikkat çekeceğini bilen zeki bir erkek...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    2. Böyle düşünen sadece siz değilsiniz, eşcinsel diye yorumlar da okudum. Ne var ki bunun bi önemi olmadığını düşünüyorum ben. Siminya hiçbişeyiyle gerçek değilse bile,hayatı ve kendi hakkında anlattıklarının hiçbiri doğru olmasa bile hatta, burdan varacağımız bi sonuç yokki. Yazdıkları onu bu noktaya getirdi mi? getirdi. Gerisi teferruat oluyor bu durumda. En azından ben böyle düşünüyorum. Hatta bi arkadaşım dedi ki dün, mamakta yaşıyor, işe münübüsle gidiyor e o zaman ulusta mı çalışıyor? Mamak'tan bitek ulus yönüne münübüs var çünkü. Ulusta çalışamaz demek değil tabi ki bu, ama büyük ihtimal ulusta çalışmıyordur. Bu durumda işe münübüsle değil otobüsle gidiyor olmalı...gibi bla bla bla :) detaylara takılmayalım dedik sonra:) bence sen de takılma ;)

      Sil
    3. Kırsalda tıp okuyan gey arkadaşımız! bu yorumu biraz açabilirmisiniz? döl israfı derken, bunu erkek olma ihtimali için mi söylüyorsunuz?

      Sil
  2. --"siminya BENİM. diyemedim ya laaaaaa." diye iç geçiren clark kent 'in sevgilisi olan kadın.
    ---Sade kadın değil. insan..(Orhan Velinin diş fırçasına sarılı kağıtta yazan o insan...)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 2046 ha? :) Zaman yolcusu gibi:) Sade kadın değil, insan...! nasıl güzel bi anlatımdır...

      Sil
  3. Son dönemde hiçbişeyi bu kadar ilgimi çekmemişti, yani anlattıkları bir kurmacaysa müthiş bir zeka, gerçekse o zaten inanılamayacak kadar enteresan, oturmayan yerler çok ama amacına ulaştığı kesin, çok merak ettimm...

    YanıtlaSil
  4. "merak" en eğlenceli anahtarlarından biridir hayatın. Hep yeni bişeyin kapısını aralar!

    YanıtlaSil