Haberi okumayan duymayan kalmamıştır heralde. Önceki hafta
Femen’in twitter hesabından Türk kadınlarına bi çağrı yapıldı. Üstsüz
fotoğrafla destek çağrısı. Ertesi sabah gazeteleri açtığımızda, hemen hemen
hepsinde, Didem Dinç adında genç bir
kadının çağrıya destek olmak amacıyla Kadıköy’de, sokakta çektirdiği, göğsünde Türk bayrağı resmi olan yanda
gördüğünüz bu şahane fotoğrafla kaşılaştık. Şahane diyorum çünkü fotoğrafa
baktığımda bana geçen duygu tam da buydu. Siz benim gibi düşünmek durumunda
değilsiniz elbette. Kimse “aynı” düşünmek durumunda değil. Güzel olan da bu
renklilik bence ki zaten her kafadan başka bi ses yükseldi. Farklı çevrelerden
bir yığın farklı tepki gösterildi. Buraya kadar hiç bi sorun yok aslında.
Hoşunuza gitmemiş olabilir, eleştirebilirsiniz, hatta samimiyetsiz bulabilirsiniz.
Bundan da bi sorun yok bence. Fikrinizi beyan eder geçersiniz. Ne var ki bizde
öyle olmuyor. Haklamadığımızı taşlamak, hatta çok afedersiniz ama boklamak gibi
bi huyumuz var bizim. Eğitimi, ahlak anlayışı, dünya görüşü, yaşama biçimi ya
da artık her neyse bizimle uyuşmayan her şeye çamur atmayı bırakıp, anlamaya
çalıştığımız gün, daha güzel bi yer olucak Türkiye. Buna çok kalpten
inanıyorum…ve bu koşullarda bu cesareti gösterdiği için, kendi adıma çoook
teşekkür ediyorum kendisine ve diyorum ki “gözünün karası” hiç gitmesin...! Tüm bu yaşananların ve basında yer alan kimliğinizin dışında ve ötesinde sormak istiyorum Didem Dinç aslında kimdir?
-Aslında sadece insan zaaflarıyla, öfkesiyle, iyi-kötü niyetleriyle belki fazla gözü kara o kadar. Bi de yönetmen olmayı hedefliyor tüm bunların yanında.
Ben şahsi olarak samimiyetinize çok inandım; ama inanmayanlar için sormak zorundayım. Gerçekten tek amaç Femen’e destek vermek miydi? Ünlü olmak için, dikkat çekmek için yapılmış stratejik bir hareket diyenlere cevabınız nedir?
-Eğer hayatımda hiç soyunmamıs biri olsaydım, bunu ilk kez yapıyor olsaydım tepkileri biraz daha anlaşılır bulabilirdim; fakat zaten yaklaşık 7 yıldır nü modellik yapıyorum. Bu sokakta ilk nü calışmam değildi. Madem ortada bir amaç uğruna soyunmak var; bunu yapabilecek biri olarak neden destek vermeyeyim ki? Üstelik bunu yapan biz değil; bizi bu şekilde dikkat çekmek durumunda bırakanlar utanmalı diye düşünüyorum. Çıplak doğuyor çıplak ölüyoruz, O zaman aradaki süreçte saklamaya çalışılan ne?
Peki gerçekten tamamen spontane miydi? Hiç durup düşünmediniz mi? Neticede Türkiye’de yaşıyoruz ve yaptığınız iş her şeyin ötesinde büyük bi cesaret işi. Gelecek tepkileri nasıl tölere edebileceğinizi hesap ettiniz mi öncesinde?
-Ne yaparsan yap, eleştiri adı altında aldıran bir kesim her zaman mevcut dediğim gibi. ilk kez soyunmadığım için ve az çok artık insanımızı bildiğim için, tepkiler beni durduramazdı. Femen'e destek olma fikri biraz spontane oldu çünkü Türkiye için böyle bir oluşumda bulunmaları sürprizdi. Türkiye'de eylem gerçekleştirdikleri taktirde katılmayı çok istiyordum fakat; Türkiye'de oluşum sağlayacakları aklıma gelmemişti pek.
Sonrasında daha da enteresan gelişti. Femen’in attığı “ Tevrat, İncil ve kuran hep aynı boktur” twitinden sonra Femen’e verdiğiniz desteği geri çektiğinizi açıkladınız. Bu kararı alırken gerçekten atılan twite miydi tüm tepkiniz yoksa dışardan gelecek eleştiri ve hatta belki de saldırı boyutuna varabilecek şeylerden çekinmiş ya da korkmuş olabilir misiniz ?
-İnsanlar ve özellikle kadınlar üzerindeki en buyuk baskıyı oluşturan unsur elbette dinler. Ben de deistim açıkçası; fakat dinlere küfür etme boyutunda bir yaklaşımda bulunmuyorum hiç bir zaman. Çünkü ben orada vücuduma "savaşa hayır" yazıyorum. "Dünya barışı" diyorum ama; dinlere inanan insanların görüşlerine küfür ederek saygısızlık edilmesinin de içinde yer almış oluyorum. Bu da biraz çelişkili oluyor benim tarafımdan. Ne şekilde olursa olsun o inançlarla yetişmiş insanlar var. Ben benim çıplaklığıma saygı duyulmasını istiyorum fakat onların inancına saygı duymuyorum...mantıklı geliyor mu kulağa? Korktuğum nokta şu oldu, sadece şahsıma aldığım tehditler değil ailemi içeren tehditler biraz sarstı beni ve şaşırdım insanlardaki vahşet arzusuna.
Çok kısa bi süre geçti, belki bunu tartmak için erken ama gene de sormak istiyorum; özellikle de desteğinizi geri çektiğinizi açıkladığınız için, Pişman mısınız? Yoksa o ana dönsek, aynı şeyi gene yapar mıydınız?
Desteğimi geri çektiğim için pişman değilim. Dediğim gibi, kendimize saygı istiyorsak herkesin düşüncesine saygı duymalıyız. Karşılıklı tartışarak bir yere varmak farklı, küfürleşip saldırarak vahşet yanlısı olmak farklı şeyler. Femen bugün çocuk tecavüzleriyle ilgili bir eylem yapsa, ya da gerçekten dikkat çekilmesi gereken başka bir konu olduğunda, gene güzümü kırpmadan destek olurum.
Bir de ailenizin bu konuda ne düşündüğünü çok merak ediyorum. Destek oldular mı?
-Ben bir bireyim şu noktada verdiğim kararlar sadece beni ilgilendirir. Ailem destek oldu ve olaya espiritüel bir yaklaşımları da oldu tabi, benim moralimi bozmamam adına dengeyi iyi sağladılar. Zaten nü modellik yaptiğimi biliyorlardı ve şaşırmadılar eyleme destek olmama. Sanırım beni çok iyi tanıyorlar.
Komik bi soru gibi gelebilir ama yapılan eleştiriler ağırlıklı olarak bu yönde olduğu için cevabı da çok merak edilen bi soru olduğu kesin. Sırf bu nedenle televizyon ve benzeri mecralardan teklifler aldınız mı? Ya da alırsanız değerlendirmeyi düşünür müsünüz?
-Sırf bu sebep yüzünden teklif almadım; zaten televizyon sektöründe 7-8 yıldır kamera arkasında yer alan biriyim. Beni tanıyan bilen herkes nü modelliğimi de biliyor. Bu benim sakladığım bişey olmadı hiçbir zaman. Bu konuyla ilgili teklifte bulunacak olan zaten bulunuyordu. Bunun için böyle bir eyleme ihtiyacım hiç yok açıkcası.
Yedi yıldır nü modellik yaptığınızı açıkladınız. Yaşınızı düşünürsek 18 yaşından bu yana bu işi yapıyorsunuz. Başlarken herhangi bir yönlendirme olmuş muydu yoksa tamamen kendi kafanıza esmiş bi şey mi ve neden?
- Yönlendirme değil spontane gelişen bir durum oldu. Çıplaklıktan rahatsız duyan biri olmadığım zaten bilinen bi şey. Bu sebeple bir neden yok aslında. Fotoğrafçı arkadaşlarım vardi ve nü model bulmak gerçekten büyük sıkıntıydı bir kaçı için ve ben de onlara poz vermeye başladım. İlk yıldan sonra da profesyonel hobim halini aldı.
Toplum olarak belirli bi kesimi dışında tutarsak, biz aslında çıplaklığından utanılarak yetiştirilen kız çocuklarıyız. Hala diz üstü eteğin bile sokakta tacize yol açtığı bi ülkede yaşıyoruz. Bir kadına saldırmak istenildiğinde en kolay ve en ucuz yol bel altıyken, sizin için çıplaklığın tam olarak ne ifade ettiğini sorsam?
-Tam olarak ifade ettiği şey arınmışlık. Statüden sıyrılmışlık. Doğduğun gibi olmak. Çıplaksın ve hiç bir şekilde kendini ifade eden bir marka, apolet, tarz yok ortada ve kendini en iyi ifade şeklin o sırada sadece fikirlerin oluyor.
Peki yaptığınız işi düşünce, aşık olduğunuz bi erkekten herhangi bir engel olma çabasıyla karşılaştınız mı hiç bugüne kadar ya da karşılaştığınızda tepkiniz ne olur?
- Bugüne kadar yaptığım şeylerle ilgili hiç karşı çıkan biri olmadı hayatımda. Ben onlara saygı duydum her anlamda. Galiba bu sebeple de hep saygı gördüm. "Yapmasan daha güzel olabilir fakat; bu senin seçimin, ben ne olursa olsun karışmam" diyen bir erkek arkadaşım olmuştu yıllar önce. O da kıskançlık. Her zaman az da olsa olabiliyor tabi, anlayışla karşıladım; ama yapmaya devam ettim. Genellikle hayatıma girerken benim ne yaptığımı ve nasıl bir yaşam tarzım olduğunu biliyorlar ve sonradan değiştirmeye çalışmaları çok manasız olurdu. Beni tanıyarak sevgilim olan bir insan neden tanıdığı insanı değiştirmeye çalışır ki zaten. Kafalarındaki normlara uymuyorsam uyan biriyle birlikte olurlar hepsi bu kadar basit aslında.
Hayat mottonuz?
- Ne yaparsan yap, iyi biri olarak yap ve asla pişmanlık duyma!.
Mesela neden şu ağaç böyle boy verdi de hemen yanındaki
güdük kaldı? Bu şarabın tadı neden bu
kadar güzel de, diğeri köpek öldürüyor? Şu insan neden beni bu denli yoruyor da diğeri
huzur veriyor...
Örnekler çoğaltılabilir tabi.
Çok insan tanıyorum öyle. Bi şeyi çok seven çok yücelten ama
neden sevdiğini sorduğun zaman dişe dokunur iki kelam edemeyen, gerekçesini
veremeyen.
İnsanlar için de böyledir; fikirler, duygular hatta eşyalar için de.
Benim "davam" der mesela da; onun savunmasını bile veremez. “İnanıyorum işte” der. İzahı yok. Öyle…
Çünkü sormaz. Sorgulamaz
Diyeceğim şu ki: Sormak lazım!
Şu bahçe niye öyle yemyeşil de odtü'nün önü çoraklaştı diye.
O niye o yokuşu
tırmanıp duruyor öyle, deli mi ne?
Burda düz zeminler var halbuki, bi güzel yayılıyoruz işte.
Yorulmaya gerek var mı bu kadar? Ne oluyor yani “bilince” ?
Di mi?
Çok şey oluyor(muş).
Tüm bunların önemini bu kadar güzel hatırlattığı için,
kendisine Teşekkürlerimle…
Ha bu arada;
Laf aramızda,
Sahiden biraz deli! J
Aşağıda okuyacaklarınız da şahane bir “deli” nin, enteresan
hikayesi.
Hadi dinleyelim mi J
Neden pop dedik de caz demedik rock demedik mesela. Ya da
aslında böyle diyerek hepsini birden mi demiş olduk? Neden bu başlık?
Tam olarak hepsini birden demiş olduk; evet çünkü ben bu işe başladığımda önce dinleyiciydim sonra merak ettim. Sonra bana dediler ki sen bunları yazsana ve yazmaya başladım. Pop aslında 1970 lerde ortaya çıkmış bi kavram ve popülerin kısaltılmışı. O dönemde ne popülerse pop denilen şey o aslında. Popüler müzik tarihi üzerine yazıyorum ve düşünüyorum. Yoksa hani caz da derdik rock da derdik. Dinlediğim şeyler itibariyle onları demeyi de tercih ederdim; ama pop diyince bunun içine hepsi giriyor.
Müzik yapmak başka bi şeydir, iyi müziği seçip insanlara
dinletmek çok başka bi şey. Bu anlamda çocukken hayalini kurduğunuz şey tam da
böyle bişey miydi ? Yani aslında soru
şu: Siz tam olarak nereye gidiyordunuz da buraya saptınız?
Çocukken plaklarla fena haşır neşirdim. Dedemin bi pikabı vardı. Çanakkale'de yaşardık ama babam bankacıydı ve dört yılda bir tayin olurdu. Dört yılda bir şehir değiştirmek gerekirken bizim şansımız dört yılda bir hep Çanakkale'ye dönüyorduk. Doğduğum, ilk ve orta okulu okuduğum yer aynı zamanda. Ve dedem her gidişimizde pikabını çıkartır bize plak dinletirdi. O dinlediğim plaklar annemin beni uyuturken dinlettiği plaklarmış aynı zamanda. Şu an da benim evimde. Ben aslında mühendis olmayı istiyordum. Lisede başladı asıl bu müzik meselesi. İlk 1984 sonu MFÖ'nün "ele güne karşı yapayalnız"albümünü aldım. Kaset olarak. Hey dergisi çıkardı o zaman, o dergileri takip ederdim. Sonra yabancı müzik dergilerini karıştırmaya başladım. İnternet filan yoktu tabi o zaman. Derken müziği daha bilerek ve seçerek dinlemeye sonra onları kasetlere kaydetmeye ve daha sonra onları sevdiğim arkadaşlarıma hediye etmeye başladım. Ezgi vardı Karanfil sokakta, Karanfil pazajında. Hala var ama toka satıyorlar mesela aynı adamlar. E sonra dediler ki bana bi tane radyo kuruluyor, daha özel radyolar yeni kuruluyor o dönemde, sen de orda program yapmak ister misin? Radya arkadaş. 1993' te. Daha sonra müzik direktörlüğüne kadar geldim orda. O dönemde en büyük şanslarımdan biri, orda Metin Solmaz'la tanışmış, onunla çalışmış olmamdır. Ki o dönemde önceleri O Metin Solmaz'ın benim hayranı olduğum, yazılarını okuduğum aynı Metin Solmaz olduğunu da bilmiyorum. Böyle radyo müzik derken Alper Fidaner'le program yapmaya başladık, sonra TRT dönemi başlar vs. ve bugünlere geldik. Kısa hikayem budur. Sorulacak tüm soruları yanıtladım sanırım.
Gülüyor... :)
Bazı kavramların hafızalarda direk çağrıştırdığı isimler
vardır. Eski 45'lik diyince de bakınız: Murat Meriç durumu var
Aaa hayırdır inşallah :))
Bu tarif içinizdeki hangi duyguyu doyuruyor tam olarak ve diğer açlıklarınızı bastırmak için ne yiyip ne içiyorsunuz ?
Böyle bi şey varsa ben bununla gurur duyuyorum. Çok insan değiliz zaten; yan yana sıralamaya kalksak bi elin parmaklarını geçmeyiz. Bunlardan biri olmak, ilklerden olmak daha çok hoşuma gidiyor. Ben bu iş üzerine yazan ikinci kuşaktanım İlk kuşak Orhan Kahyaoğlu ve sonrasıdır ve bununla gurur duyuyorum. Bu işle uğraşan insanların biz sizin yazılarınızla büyüdük demesi de çok hoşuma gidiyor tabi.
Diğer açlıklardan kasıt sinema vs ise...
Herşey.
Herşeyse sizinle oturup konuşmam bile benim için bi beslenme şekli. Bu bana hediye ettiğiniz kitap mesela; bunu sizin sayenizde okuycam ben. Gibi...
Bi de ben müziği sadece müzik olarak algılamıyorum. Yapılan işi bi yere oturtmak. O plak nasıl çıktı. kim besteledi. hangi koşullarda ortaya çıktı. Bi aşk şarkısı için bunu söylemek çok mümkün değil belki ama mesela Sezen Aksu Iışık Doğudan Yükselir'i hangi ortamda çıkardı. o albümde niye türkü okudu. hemen sonrasında neden Cumartesi Anneleri için bi şarkı yaptı. Ya da İlhan İrem'in Bir varmış bir yokmuş şarkısı. Savaş karşıtı bir şarkıdır. Bunu neden yaptı...
Ve şimdi de Şarkılı Cumhuriyet Tarihi diye bi şey uydurdum. Üniversitelerde, Cumhuriyet tarihini şarkılar üzerinden anlatıyorum. En son Maltepe Üniversitesinde yaptım. Şimdi Aralık ayında Anadolu Üniversitesi var. Adana Çukurova Üniversitesinde bi benzerini "göç" konusu üzerinen gerçekleştiricez. Göçler Türkiye'yi ve insanları nasıl etkiledi gibi...
Ya da işte yarın Birgün' de yayınlanacak yazım. Atatürk'ün bir dönem sofrasında kaydettiği bir plak. bi ara piyasaya çıkıyor ancak devlet tarafından sakıncalı bulunup toplatılıyor. Çünkü Atatürk sarhoş o konuşmada ve dili dolaşıyor. daha önce Radikal'e yazmıştım şimdi onu genişletip Birgün'e yazıcam.
Devletin "Benim Atatürk'üm nasıl sarhoş olur " mantığıyla hemen toplatıtığı bir plak.
Beyle enteresan şeyleri öğrendikçe tabi ben iyce manyaklaştım.
Kahkahalar :))
Kennedy'nin Başkanlık seçiminde yaptığı konuşma, Hitlerin 2. Dünya Savaşı'nı başlatan konuşması kayıtlı olan plaklar var elimde.
Türkiye'de sesli 2.Dünya Savaşı Ansiklopedisi diye bi plak çıkmış. Sesli ansiklopedi. İkinci dünya savaşını radyo spikerleri anlatıyor. Bunları kimse bilmez tabi.
1963 yılı 10 Kasım'ı takiben bi plak yayınlanıyor. Atatürk'ün ölümümün 35 yılı nedeniyle İsmet İnönü'nün konuşması, Celal Bayar'ın Atatürk'ün ölüm yıl dönümünün bilmem kaçıncı gününde yaptığı bir konuşma,10.Yıl Nutku ve Kenndy'nin Atatürk'ün ölüm yıl dönümü nedeniyle 10 kasım 1963 yılında yayınladığı bir mesajı kapsıyor. Ve ne ilginçtir ki Kennedy 12 gün sonra öldürülüyor. Kennedy'nin plak üzerindeki son konuşmalarından biri Türkiye'de basılıyor. Böyle açtıkça, deştikçe inanılmaz enteresan şeyler çıkıyor işte.
Netekim bu açlık bitmez. Hala çok açım...
Yaptığı işi aşkla tutkuyla yapan insanların bunu kişisel
hayatında nasıl bi yere koyduğunu hep merak etmişimdir. Siz mesela müzik
konuşamadığınız biriyle iyi dost ya da arkadaş olabilir misiniz? Ya da kendi
tanımlamanıza göre “iyi müzik”ten anlamayan bi kadına aşık olabilir misiniz?
Tabi.
Gülüyoruz...
Çok net oldu bu galiba.
Evet ama çok hoşuma gitti çünkü sinir oluyorum o anlayışa ya.
Pek tabiki. Yani şöyle söyleyim bi insan Melih Gökçek değilse arkadaş olurum ben onunla. Tanısam belki ama: hiç sanmıyorum. Dünyada arkadaş olamayacağım tek insan oymuş gibi geliyor bana. Herkesle konuşacak bişdy mutlaka vardır. Çok netim yani bu konuda. Tanrı değilim bişey değilim insanız işte. Yanlışsa da mutluyum...
Kendi özel koleksyonunuzdan, bi arkadaşınız ödünç istediğinde plaklarınızı çok rahatlıkla
verebiliyor musunuz? Genelde sizin durumunuzdakiler bu konuda biraz takıntılı
olur. Verirken eliniz titrer mi?J
Normal şartlarda elim titrer tabi. Asla vermeyeceğim plaklarım var ama bi kısım özel insanlar vardır onlara veririm. Doğru bi yerdeyse, çok net olarak söyleyim ola ki, en kötü ihtimal o insan o plaga el koyduğunda alıp da bir daha vermeyecekse bile, o plağın kıymetini bilicekse veririm.
Peki altın parçalarımdır kimseye elletmem dediğiniz üç
tane plağınızı sorsam?
Elletmemden kasıt vermemse işte Atatürk ün o plağı önemlidir. Bahsettiğim sarhoş konuşmasının olduğu plak. Onun dışında Tülay German benim yeryüzünde en sevdiğim insanlardan biridir. Kendisini de yaptığı işleri de acayip severim. 1966' da Türkiyeyi terkedip Paris'e yerleştiğinde onu tanıtmak için 50 ya da yüz tane plak basılıp radyolara dağıtılıyor. Bu plağın bi kopyası bende. Çok büyük bi tesadüf eseri istanbul'da bi sahafta buldum. Onu da kimseye vermek istemeyebilirim. Üçüncü plak bulmak zor yani herşey olabilir... mesela bana müziği sevdiren insanlardan biri dayımdır. Dayımın üzerine el yazısıyla yazıp bana imzalattığı Sev Kardeşim plağı vardır. Dünyanın en kolay bulunan plağıdır aynı zamanda; ama o kopyayı ben kimseye vermek istemem.
Diyelim ki meydanlardayız, inandığımız bi şeyin peşinden
yürüyoruz…fonda ne çalsın?
Fonda Türkiye'dense bu aralar Ahmet Kaya'ya takılmış olduğum için Ahmet Kaya olabilir ama mesela 31 Mayısta Gezi direnişi başladı ve ben o sırada Antalya'dan Ankara'ya geliyordum. O gün yolda alelacele Birgün'e "Direne direne kazanacağız!" diye bir yazı yazdım. İlginçtir ki o yazı boyunca kulağımda hep Yeni Türkü'nün "Haydi gel" şarkısı vardı. O gece Nefeste programa o şarkıyla başladım. Sonra tabi sürdüremeyeceğimize karar verdik. Programı sonlandırdık. O gece boyunca da hep aklımda o şarkı vardı. Ama onun yanına Moğollar'ın' Bi şey yapmalı' sı konulabilirç Son dönemde çıkmış insanları en iyi gaza getiren şarkıdır. Ahmet Kaya'nın "Gururla bakıyorum dünyaya" şarkısı çok önemli bi şarkıdır bu anlamda.
Dünyadan bi örnek vermek gerekirse bizim gençken bi hayalimiz vardı. Türkiye'de devrim olduğu gün Shostakovich'in 7. senfoni 4. bölüm, Leningrad senfonisidir o senfoni ve Rus Devrimi'ni anlatır.Bu biraz sovyetik olmakla ilgilidir mesela ama bu da kayıtlara geçsin. Bunu hiç biyerde yazmadım. Bi gün devrim olursa bu şarkıyla yürümeyi hayal ederdik. 2010'da Almanya da 1 Mayıs alanında çaldım. Almanya' da coşkuyla kutlanılıyor tabi Türkiye'deki gibi gazla değil. Güneş batmaya yakın o gece ben l Mayıs' ta Beyaz Kelebekler de çaldım Ahmet Kaya ve Duman da çaldım Cem Karacadan 1 Mayıs'ı da çaldım.
Şu an bunu okuyon
o tek kişi…
Eyvah! çok tehlikeli bir soru geliyor sanki şu an...
yok yok değil :)
Annesiyle kavga
etmiş, en iyi arkadaşı telefonuma çıkmamış, otobüste garip bir yaratık ayağıma
basmış. Öfkeden deliriyor…acilen pasif lora etkisi yaratacak bi müziğe ihtiyacı
var. Kulaklığını taktı…siz de düğmeye basmış olun, hangi şarkı?
Yuuuhhh!
Bunu biraz düşüneyim...
Pinhani'nin sevdiğum yanımda uyusun. Bu mesela, buyursun bunu dinlesin. İşe yarar mı bilmem ama...
Tüm hayatını etkileyecek çok radikal bi karar almış diyelim. Bi şehirden, bi insandan ya da yaptığı işten gitmek istiyor. Hatta abartalım biraz…bütün
gemilerini yakası var ama bi yandan da üç buçuk atıyor. Korkuyor…cesarete ihtiyacı
var. Öyle bi şarkı var mı?
MFÖ"den " adımız miskindir bizim" Aşık Veysel'in sözleri. Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun... Budur!
Kendinizi rakıyı rokayla içer, erik yer. Bamya sever.
Kedi sever. Dinlediklerini yazar, sevdiklerini çalar diye ifade etmişsiniz.
Perdeyi bi tık daha aralasak orda gözümüze ilk çarpacak şey ne olurdu ?
Bunlar var zaten işte. Bamya var rakı var kedi var daha ne olsun.Bin tane daha şey bulurum ama...
ilk aklınıza geleni istiyorum ben.
Hımm düşünelim biraz...bu sahiden zor oldu ya...
Rakının yanına birayı koyabiliriz dünyanın bütün biralarını içmek istiyorum. Yemekler üzerinden gidiceksek üzüm ve karpuzu ekleyebeliriz . Bezelyeyi çok severim. Sebzesiz olmaz öyle diyim; vejeteryan değilim ama et obur hiç değilim. Dinlediklerime Stravinsky ve Mahler'i ekleyelim. Hatta net olarak Stravinsky' nin Bahar ayini. O benim canıma okuyan ve binlerce kaydını duymak istediğim bi şarkıdır.
Ekşi sözlükte adınızın karşılığında gördüğüm bi cümle:
Kedi çalan adam…ne demek bu? J
Kahkalar :))
Cümle bunu açıklamıyor çünkü. Enstrüman gibi çalan demek mi yoksa bi yerden gibip baya bildiğimiz kedi yürütmek gibi bişey mi?
Bi gece, sahiden de çok fantastik bi gece, Ankara'da içtik ve gecenin sonunda kardeşimin evine gittik. O gece bilmem nerde caz dinleyip sonra bilmem nereye gidip Ankara havası, sonra o dönem Gölge vardı orda rock dinleyip kendimizi kaybettik.
Kardeşimin de hala bizimle yaşayan bir kedisi vardır. O kediyi kucağıma aldım ve ses çıkardı. Miimm diye bi ses. Sonra bi yerine bastım başka bi ses. Zaten konuşan bir kedidir mır mır anlatır durur. Sonra sarhoşuz ya...kediyi mıncıklayarak bi takım sesler çıkardım. O, o gecenin hatırasına oraya yazılmış bi şeydir. Yazan da can dostlarımdan biridir.
Daha dün akşam twitterda Deniz Öztürhan “mahallede şu an
bi teyze –Atatürk’ü haykırmak ne demek?” diye bağırarak sinir krizi geçiriyor.
Toplumcak delirdik mi lan? “ diyen bi twit attı. Ben de altına işte sınır
burası. Bence burada durmalılar.Daha fazla üstümüze gelmemelerinin işareti diye
yazdım. Hakkaten
toplumcak çıldırmanın eşiğinde olabilir miyiz? Bu gemi nereye gidiyor
sizce?
Ve hatta Moda'da. Sizin yaşadığınız semtte geçmiş olay.
Çıldırmanın eşiğini geçtik yahu! Baya bildiğin çıldırdık. Çok net yani 31 mayıs ve sonrası çok başka bişeye dönüştü olay; daha önce de böyle çıldırma emareleri vardı ama bunun Moda'da yaşanmasına da hiç şaşırmadım. Saçım örgüydü ve Moda'da banka kuyruğunda bekliyorum. orda kuyrukta arkadan biri saçıma asıldı. Dedim arkadaşlarımdan biri bana şaka yapıyor heralde. Döndüm başörtülü bi teyze "ne yapıyosun sen bu saçını niye kız gibi örmüşsün diye elindeki şemsiyeyle beni dürtmeye başladı. Mavi ekrana düştüm ben tabi eror verdim. Hiç bişey diyemedim ve bankaya kaçtım.
Atatürk'ün Türkiye'sinde bu saçla gezemezsin diye elindeki şemsiyeyi vuruyor. Halbuki tam da Atatürk'ün Türkiye'sinde yapılacak bi şey bu. E dellii......
Öyle şeyler yaşıyoruzki, Tayyip bi konuşma yapıyor , Arınç bunu yalanlıyor, ertesi gün Bülent Arınç çıkıp Başbakanla restleşmemiz bizi bağlar diyor, arkasından Cemil Çiçek açıklama yapıyor ve "Ben hiç hristiyanları sevmiyorum" diyor...
E bu neee??/
Delirmemiş de ne yapmışız!?
Bildiğin toplumcak delirdik işte.
Can Yücel'in "Ben hayatta en çok babamı sevdim!" diye bir dizesi var. Siz bu cümleyi bu netlikte kurabilir misiniz? Kursanız O'nun babam dediği yeri siz neyle ya da kimle doldururdunuz?
Bu çok zor soru.
Öyle dee, şansımı deniyorum :))
Yani annemi de diyebilirim, herkesi koyabiliriz ama illa ki bi isim vermek gerekiyorsa benim için o isim dayımdır. Çok genç yaşta kaybettim amaa onunla çok özel vakitler geçirdim. O'nun bu cümleye girmesine yeter.
Şimdi susmam gerekiyor, ağlayabilirim...
Tamam hemen geçiyorum.
"Ben hiç" diye bi oyun vardır. Ben hiç diye başlarsın ve cümle genelde abzürd bi şey ya da bir itirafla tamamlanır.
Ben hiç bu oyunu oynamadım.
Selvi : Bu da sana kapak olsun Oya.
Ve kahkalar...
Peki buraya bi çentik atıyorum.
Ben hiç sigara içmedim de böyle bi cümle olabilir. Ben hiç damdan atlamadım da denilebilir.
İtiraf gibi bişey istesem...
ooo çok zor...
Birini mutlu etmek için en son ne yaptığınızı hatırlıyor
musunuz?
Yaptığım her şey insanları mutlu etmek üzerine kurulu aslında ama özellikle "mutlu edeyim" diye bi şeyim yoktur benim. Çok net bişey söyleyeceksem çok sevdiğim bi arkadaşımın oğluna bi tişört ve bir dvd aldım bu onu çok mutlu etti. Söyleşinin başında Metin Solmaz'dan bahsetmiştik. O'nun oğluna. O'nu çok mutlu ettim ben de çok mutlu oldum.
Sadece kendinizi mutlu etmek için en son ne yaptınız
diye sorsam…
Ooo hiç hatırlamıyorum. Zorlanıyorum şu an... Frankfurt'ta rakı içmek beni çok mutlu eden bişeydi mesela. En son Tüyap Kitap Fuarı'na gittim bir sürü kitap aldım o da beni çok mutlu etti. Ya da Kadıköy'de çok sevdiğim bi çizgi romancı var,oraya gidip gelmek beni çok mutlu ediyor. Çok özel olarak...bilmiyorum ki.
Peki şu anki duygunuz desem...
Mutluluk...tam şu andan bahsediyorsak ve aslında rakıyla ilgisi yok bunun. Rakı içmesek de bu sohbette bu duygu gelirdi bana. Çok keyifli şu an.
ve son soru: rakının tadı nasıl?
Rakının tadı ve kokusu beni o kadar mutlu ediyor ki...Cemal Süreyya'nın o "kahvaltının mutlaka mutlulukla bir ilişkisi var" dediği dizeler. Benim için o rakıdır mesela. Ki asla kendimi kötü hissettiğimde ya da bi şeylerden kaçmak için içmedim bugüne kadar. Hiç tek başıma da içmedim mesela; hep en az iki büyük buluşmaları saymazsak, en çok altı kişilik bi masada ve hep mutlu olduğum anlarda içtim rakıyı.
Çoook teşekkür ederim...
Bitti mi? çok saçma! Şimdi boşluğa düşeceğim; lütfen bana soru sorun! hayıırr...!