Ben onun "mucize" bir kadın olduğunu düşünüyorum...Ve onu gökkuşağına benzetiyorum. Tutkunun kırmızısını görüyorum onda. Özgürlüğün mavisini, umudun yeşilini ve asaletin siyahını görüyorum. İnsanın sevinçten başının göğe ermesi çok sık yaşayabileceği bir duygu değil. En azından benim için değil. Ama bu, böyle anlardan biri! Her şeyden önce de bu ülkede yaşayan genç bir kadın olarak, O'nun Meclisteki varlığının, bunca karamsarlığın içinde "bir şeylerin" teminatı olduğunu düşünüyorum!... Onların neler olduğunu da hepimiz çok iyi biliyoruz. O, elini kaldırıp her havalandırdığında ben yerimde "oh be!" diyorum. Sonra masaya yumruğunu her indirdiğinde benim de kendime güvenim yeniden geliyor!...Ne acı ki çok az sayıda siyasetçi için böyle duygular besliyorum. Tam da burada aklıma çok sevdiğim, gerçekliğine çok inandığım şu söz geliyor. "Güvenilmek, sevilmekten daha büyük bir iltifattır!" Ve ne acı ki, hiç bir şeye bu kadar çok ihtiyacımızın olmadığı günler yaşıyoruz, güven duygusuna olduğu kadar!
Galiba en çok da bunun için, tüm kalbimle diyorum ki; İyi ki var!
Buyrunuz...
Sanatçıların çok kullandıkları bir deyimdir."Bu mikrop insanın kanına bir kez karıştı mı geri dönüşü olmaz!” derler ya. Siyaset de sizin için böyle bir şey mi? Aynı benzetme üzerinden gitsek, siz bu virüsü ilk kaptığınız zamanları hatırlıyor musunuz?
-Siyaset için de benzer cümleyi kurabiliriz. Toplumsal fayda üzerine siyaset yaptığınızda yaşadığınız manevi hazzın herhangi bir şeyle ölçülebilirliği söz konusu değil. Ülke sorunlarının her zaman konuşulduğu, tartışıldığı bir evde büyüdüm. Her zaman daha özgür, daha demokratik bir ülkede nasıl yaşarız diye düşündüm. İş dünyasındaki çalışmalarım bana siyasetin yolunu açtı.
Bu kadar “asık suratlı ve erkek egemen” bir sistemin içinde insanı ters köşeye yatıran bir figürsünüz! Böyle bir çarkın içinde kendi renklerinizi korumayı nasıl başarıyorsunuz ve özünde bu işi yapmaktan gerekten mutlu musunuz?
-Tabii ki mutluyum. Siyaset iş olarak değil, hizmet üretmek olarak görüyorum. Bu ülkenin dört bir yanına hizmet ederken tüm zenginliklerimizi ve farklılıklarımızı da korumamız gerektiğini düşünüyorum. Kolay bir işten bahsetmiyorum. Ama mücadele etmeden de başarıya ulaşılamıyor.
Ben sizin akıntıya karşı yüzen, çok sayılı siyasetçilerden biri olduğunuzu düşünüyorum. Peki “Yahu bu değirmenin suyu niye hep boşa gidiyor!” duygusu gelmiyor mu hiç size de? Öyle durumlarda sarıldığınız o can simidi nedir?
-Haksızlık, adaletsizlik karşısında, emeğin hak ettiği değeri bulamadığı zamanlarda elbette geçici bir karamsarlığa kapılıyor insan. Bu ülkenin insanlarının direnci benim de direncim oluyor. İyimser bir insanım ben, pozitif düşünürüm hep. Önce hayal ederim, sonra da gerçekleştirmek için mücadele ederim.
Verdiğiniz bir röportajda " siyasi olarak bizde biat kültürü yoktur!" diye bir cümle kurmuşsunuz.
Kendi partinizden bir ismin çok yanlış bir tutum sergilediğini düşündüğünüzde, sahiden de tüm açık yürekliliğinizle eleştirebilir misiniz? Ya da yaşanmış mıdır hiç bunun örneği?
-Cumhuriyet Halk Partisi; Türkiye için demokrasinin ve özgürlüklerin teminatıdır. Kendisine yönelik de özeleştirilerini yapmaktan hiçbir zaman çekinmemektedir. Parti içinde eleştirilerimi, önerilerimi elbette yetkili organlara sunuyorum. Partimi kamuoyu önünde tartıştırmak ile katkı sağlayacak özeleştiriler yapmak arasında önemli bir fark var.
Ben bunu kısmen yaşıyorum aslında. Benim babam da partili ve geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ben bir ikilemde kaldım açıkçası ve O’na fikrini sordum. Cümlemi tamamlamı bile beklemeden “aklınla gönlünle iyice tart ve kim ağır basıyorsa ona ver!” dedi. Cümlenin sonunda “Sen gene de Ekmeleddinİhsanoğlu’na ver oyunu kızım!” diyebilirdi oysa; ama demedi!! Ben verdim gerçi ayrı konu da J Şunu merak ediyorum; siz çocuğunuzla benzer bir diyalog yaşasanız ağzınızdan çıkacak cümle ne olurdu?
-Bir yemek yarışması yapılıyormuş. Gurme önünde gelen iki yemekten birini tatmış; diğerini birinci seçmiş. Kendisine “İyi de onu tatmadınız, nasıl seçtiniz” diye sorulduğunda “hiçbir yemek tattığım kadar kötü olamaz” demiş. Oğluma bu hikayeyi anlatıp AKP zihniyetinden kurtulmak için partime oy vermeye ikna etmeye çalışırdım.
Bir milletvekili olarak değil de bu ülkede yaşayan bir kadın bir eş bir anne olarak zaman zaman çok ciddi umutsuzluklara kapılıyor musunuz? Oluyorsa onları kendi içinizde nasıl tolere ediyorsunuz?
-Giderek artan muhafazakar politikalar herkes gibi beni de kaygılandırıyor. Ama bu ülkede siyasette yer alan bir kadınım, kaygılarımla değil umutlarımla beslenip mücadele ediyorum. Hepimiz de bunu yapmaya çalışmalıyız!...
Çocuk gelinler, töre cinayetleri, üstü kapatılan ensest, sırf boşanmak istedi diye linç edilen kadınlar...Yaşanan tüm bu kabus görüntüsünün içinde bir şekilde bu sohbetimize denk gelmiş ve şu an söyleyeceklerinizi okuyan “O kadın” a tek bir cümle kursanız ne söylerdiniz? Neye tutunsun?
-Direncin de dönüşümün de değişimin de odağı kadındır! İçindeki
güce tutunsun.
Alnımızın ortasında çocukluktan kalma bir yara izi gibi oldu gezi. Ne yaraları sarıldı, ne de gidenlerin geri gelmesi mümkün ama; o süreçte en çok konuşulan başlıklardan biri ‘ artık Türkiye’de bir korku eşiği aşıldı!’ oldu. Buna tüm kalbinizle inanııyor musunuz gerçekten? Denildiği gibi hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı? Bunu nerden anlayabiliriz?
-Korku, Haziran direnişinde el değiştirdi. Sokaklara çıkan binler;
hayatıma karışma, özgürlüklerimden elini çek dedi. Elbette bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Örgütlü bir halk karşısında baskıcı yönetimler tutunamaz.
Türkiye’de bir eylemin ya da bir direnişin haklı sebeplerini savunurken üstüne basa basa siyasi bir hareket olmadığı dile getiriliyor. Siyasi bir yanı olduğunda, direk suç mu teşkil eder?
Başörtü mevzunda bile bir fikir dile getirilirken "Benim babannemin de başı kapalı ama!" ile başlayan cümleler gibi saçma ve komik geliyor bana.
İnsanlar inandıkları şeyi kendi siyasetleri üzerinden de savunabilirler. Bunun nesi kötü? Neden bu çabaya düşülüyor sizce?
- Çok net, tek bir cevabı var bunun. AKP’nin toplumu ikiye bölen ve kutuplaştırmaya çalışan politikaları yüzünden…
Bülent Arınç'ın tabiri caizse resmen gazabına uğradığınız, belden aşağı tutumu ve erkek ağzıyla bi çeşit "itibarsızlaştırma" çabası neticesinde pek çok kadın örgütüyle birlikte bir suç duyurusunda bulunduğunuzu hatırlıyorum. Ne aşamada ya da neticelendi mi? Belki biraz kaba bir tabir olacak ama; o da mı takipsizlik yedi?
-Bülent Arınç’ın cinsiyetçi ve ayrımcı tavrı mevcut hükümetin zihniyetini de ortaya koymuştur. Bu karanlık zihniyete karşı tüm kadın dernekleri bir araya gelerek bana destek oldular. Meclis’teki muhalefet partisi milletvekilleri Arınç’ın sözlerini kınamayan dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in düzenlediği yemeğe katılmayarak önemli bir dayanışma örneği sergilediler. Karar mekanizmalarında yer alan insanların sözleri, tavırları ve eylemleri bütün toplumu etkiler. Arınç, kurduğu cümlelerle halkın vicdanında yargılanmış ve kendini itibarsızlaştırmıştır.
Sadece 17 Aralık desem?
-25 Aralık’ı da eklemek gerek diye düşünüyorum. Mevcut iktidarın hırsızlarla kol kola bu ülkenin emeğini nasıl yediğinin ortaya döküldüğü günlerdir, o günler…
Bu kadar iç karartıcı şeyden sonra biraz eğlensek mesela ve desem ki mutfağa girmişsiniz de, şahane yemekler yapıyorsunuz. Masal bu ya; yemeğe de ADALET gelecekmiş! Siz de bir taraftan şarkı mırıldanıyorsunuz. Adalet de hınzır; geldi kapıda ama basmıyor zile. Sesinizi duydu, sinsi sinsi dinliyor sizi...
Hangi şarkı o?
-Beatles’dan “Let it be!”
İzlediğiniz bir film, okuduğunuz bir kitap ya da yaşadığınız her hangi başka bir mizansen olabilir. En son dünyanın geri kalanını unuttuğunuzda nerede ne yapıyordunuz?
-Çocuklarımla birlikte salıncakta sallanıyordum…
HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSEMEK İÇİN...
Barış’ın gözleri ne renk?
-Mor (kadın)
Özgürlüğün saçları nasıl taranmış?
-Taranmamış
Aşkın elleri yumuşak mı, nasır var mı? Varsa neresinde?
-Hem nasırlı, hem kınalıJ
ÇOOOK TEŞEKKÜR EDERİM....
-Sorularına bayıldım. Ben teşekkür ederim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder